10 Şubat 2017 Cuma

Ben

                 Merhaba! Ben Hakan. Nereden estiği belli olmayan rüzgarın peşine takılıp giden Hakan. Üstümde sadece bir jilet, bir çakmak ve bütün insanlığın acılarını taşırım. Kaldıramadığınız tüm acıları bana yükleyebilirsiniz. Ben sizin arkadaşınız, akrabanız, eski sevgiliniz değilim
                 Hayatınızda herhangi bir yerim yok benim. Bir süre yanınızda gezdirdiğiniz, seviştiğiniz, konuştuğunuz insanım. Hepsi o kadar. Bir daha görmemek üzere hayatınızdan çıkardığınız sıradan biri. Bir daha asla hatırlamayacağınız türden. Gece yarısı uyku tutmayınca içilen sigarayım ben. Sadece başınız sıkışınca hatırladığınız tanrıya edilen duayım. Tehlike anında kırdığınız cam, Smith & Wesson' ın altıncı mermisi, en sinirli anınızda ağız dolusu kustuğunuz küfürüm.. Ben sizim merhaba ben Hakan.

29 Eylül 2016 Perşembe

Arınmak

                Bizler evet evet bizler; bu aciz hayatımızı acılar ve hüzünlerle dahada zorlaştırıyoruz. Yaşadığım her saniye kendimi olumsuz düşüncelerden arındırmak için uğraşırken, sonra tekrar o düşüncelerin içinde buluyorum. Kendi tekdüzeliğimden kurtulamıyorum. İnsan bu dünya'ya kaç kere gelir ? bir sefer mi ? Ben bu dünya'ya birden fazla geldim. Her seferinde yine kaybettim. Size kaybedeni oynamayacağım. Ben ben istediğim için kaybediyorum. Neden istiyorum bilmiyorum. İnsanlar beni; ilgilisiz, umursamaz diye adlandırırken ki gerçekten böyle iken, birden bir şeyler oluyor birileri giriyor hayatına yada birileri çıkıyor, her gördüğün köpeği göremiyorsun belkide ve bu sefer her şey kafanı yoruyor, her şey kafana takılıyor.
                Çocukluğumuza dair iyi şeyler hatırlayan çok az insan vardır herhalde. Bende o çok olan kısımdayım. Kötü hatıraların olduğu bir çocukluk yaşadım. Mesela ben, hayatımda bir şeyleri  birine anlatmak için bile çok fazla cesaretle dolu olmam gerekiyor. Ki ilk defa bunu buradan herkesin okuyabileceği bir yerden yazıcam. Bu minik hikaye sizin için önemsiz ve basit olabilir. Ama benim çocukluğumun konuşamayarak geçmesinin temellerini atan bir hikayedir. Şöyle; 7 yaşlarındaydım 1. sınıfa yeni başlamış hiç bir arkadaşımla konuşmuyordum. Ki zaten konuşmak o zaman sadece ihtiyaç duyduğum anda gerçekleşiyordu ve ben ihtiyaç duymuyordum. Bir gün okuldan dönüşte eve geldim. Akşam olmuştu ve mutfakta yemek hazırdı. Babam, annem, ben ve kız kardeşim. Yemek yemeye başladık daha sonra masanın üstünde açılmış gazete parçalarından Hülya Avşar'ın mayolu bir fotoğrafını görmüştüm. Çocuktum lan görünce ufak bir gülücük attım. Saftım be hoşuma gitmişti belki. Bilmiyorum işte bundan 21 yıl önceydi. Babam ''e oldu neye sırıttın öyle demişti '' o sert ve soğuk sesiyle. Söylememiştim, konuşamamıştım. Babam, bir kaç dakika ısrar ettikten sonra, bana aniden sağ eliyle tokat atmıştı. Ağzım ve burnum çok acımıştı unutamam. Bir tane dişim yere düşmüştü ve ben o dişi alarak odama gitmiştim. Babam ne zaman evden çıkarsa o zaman çıkardım ben de oda'dan. Bununla ilgilide minik oyunlar yapar onlara inanırdım oda'dan çıkmak için. Kapıyı aralamak bile istemiyordum. Evet hayatım tam olarak böyle geçti.  Aslında anlatılacak o kadar şey var ki; ne ben anlatabilirim, ne siz dinleyebilirsiniz.
            Üç gün önce bazı kararlar almıştım. Geçmişimden ve olumsuz düşüncelerden arındıracaktım kendimi. Evet hala kararımı destekliyorum. Ben hayatım boyunca hep kaçtım, düşünmedim. Yeri geldi hissiz davrandım. Artık mücadele etmek istiyorum. Sebeplerim var diye düşünüyorum bunun için. Karamsar olmadım hiç, hüzünlüydüm.

24 Mayıs 2016 Salı

Anlaşılmak istiyorum

                      " Beni anlamılısın, çünkü ben kitap değilim, ben öldükten sonra kimse beni anlayamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum. "dedi Oğuz Atay. Ben anlaşılamıyorum, anlaşılmak için elimden geleni yapıyorum. Kanımı son damlasına kadar akıtıyorum. Her seferinde anlaşılmak için, çabamın üstüne çaba katıyorum. Rekorumu kırıyorum. Anlaşılmayı bekleyen ve isteyenler dalında Gines Rekorlar kitabında her yıl rekoru geliştiren kişi olarak benim adım vardır. Ben mutlu olmak falan istemiyorum, sadece anlaşılmak istiyorum.Bağırmadan buradayım demeden anlaşılmak. Yaşarken anlaşılmak istiyorum. Ama yaşadığımı da hissetmiyorum. Ben nasıl anlaşılacağım o halde? soruyorum size.Nasıl ? Kim duyacak sustuklarımı ?
                         Ben ben olamıyorum. Kendimle savaşmak isterken, hep gitmeyi tercih ediyorum. Olmuyor, olmuyorum, olamıyorum. Madem anlaşılamıyorum ben öleyim o zaman. Ama onu da yapamıyorum. Ölmekte istemiyorum, yaşayıp herkesin burnundan getirmek istiyorum. Getiremiyorum. Ne yaşamayı beceriyorum ne de ölmeyi. İkisinin arasında en zor olan taraftayım. Her seferinde kaçıyorum. Ama kaçamadığım bir şey var biliyorum. Kendim. Kendi tekdüzeliğimden kurtulamıyorum. Eksiliyorum her gün, her gün biraz biraz. Karamsar değilim, hüzünlüyüm. Eski yazımda da söylediğim gibi, kendimi balkona kurtulmak için asılmış ama orada unutulmuş yaşlı bir toz bezi gibi hissediyorum. 

20 Kasım 2015 Cuma

Hissetmek ne renktir acaba ?

                 Kurtulamıyorum bazı düşünce ve hislerden. Belkide kurtulmamak gerekiyor bunlardan. Kendimi bulamıyorum, bulunca kaybediyorum bazen. Yada bulduğumu kaybettikten sonra anlıyorum.   Gurur bile teselli olmuyor. Kendimi ben yaratmadığıma göre, gururlanacak neyim var? Benliğimde övüneceğim bir şeyler olsaydı bile, övünülecek olanlar onları katbekat aşardı. 
                  Hayatımı gömüyorum. düşlerde bile ayağa kalkmaya yeltenemeyecek haldeyim, ruhumda bile o derece unutmuşum nasıl çaba sarf edeceğimi. Metafiziksel sistemleri kuranlar, psikolojik açıklamalar, henüz ıstırabın acemisidir. Sistemler getirmek, anlatmak gene bir şeyler inşa etmekten başka nedir ki ? Ve bütün bu düzenlemeler, ayarlamalar, örgütlemeler, hayatın gerçekleşen yani hazin bir şekilde başarıya ulaşan bir çabasından başka nedir ? 
                  Karamsar mıyım? Hayır, değilim. Acılarını evrensel dile tercüme edebilenlere ne mutulu. Ben ise dünya hüzünlü müdür, değil midir bilmem, doğruyu söylemek gerekirse umrumda değil, başkalarının acılarını önemsediğim gibi, aynı zamanda tedirgin olurum onlardan .Ağlamaktan ya da inlemekten kaçındıkları anda , ıstıraplarına dönüp bakmam bile içimde onları küçümsemenin o büyük ağırlığını duyarım. 
                  Ama kendi adıma hayatın yarısının karanlıksa, yarısının da aydınlık olduğuna inanma isterim. Karamsar değilim hüzünlüyüm. Hayatın iğrençliğinden değil, kendi hayatımın iğrençliğinden yakınırım. Düşlerle yaşayanlar arasında mutlu olanlar, karamsarlardır. Onlar dünyayı kendi suretlerine göre şekillendirir, böylece kendilerini hep evlerinde gibi hissederler. Ben ise en çok, dünyanın gürültüsü ve neşesi ile hüznüm, sıkıntı yüklü sessizliğim arasındaki farktan dolayı acı çekerim. Acım her geçen güç daha da büyüyor gibi. Yada yerinde sayıyor. Ama ne yerinde sayabilir ki ? Ya azalıyor ya çoğalıyor dur. Hissediyorum hepsini iliklerime kadar. Hissediyorum saçımdan, tırnaklarıma kadar. Peki hissetmek ne renktir ? 

25 Ekim 2015 Pazar

Paydos

                           İnsanlar kontrolünü kaybetmemek için herşeyi yapıyor. Neden hissettiğimiz gibi yaşamayacağız ki? Neden kontrolümüzü kaybetmememiz gerekiyor ? Bu dünyaya kontrolümüzü kaybetmemek içinmi geldik. Rakı bardağını fırlatmak istiyorsan fırlat, sevdiğini aramak istiyorsan ara. Ayrılıklar neden kotnroller dahilinde olmak zorunda. Neden kontrollü olmalıyız ? Gitmek istiyorum, bu tekdüzelikten kurtulmak var olamamak istiyorum. Ama bir yandanda içimdeki yazgı buna dur diyor. Kontrollü yapıyor beni. Kölelik yapıyorum hepinize, herkese, herşeye hepiniz gibi. Bazılarımız köle doğuyor, bazıları sonradan oluyor, bazıları köleleştiriliyor. Beni ele alalım; her şeydeki, yani kendimdeki tekdüzelikten kurtulmak uğruna bir kulübeye ya da mağaraya kaçmaya hazırım, ama, kendi varlığımın bir özelliği olan tekdüzeliği gittiğim her yere taşıyacağımı bile bile o kulübeye gitmelimiyim acaba? Katıksız güneşi ve özgür enginleri, görünen denizi ve bütün ufku deliler gibi arzulasam da, kim bilebilir yatağımı, alışık olmadığım yiyecekleri, hatta sadece bir kat yukarı çıkmamayı köşedeki tekele uğramayı, yandaki bar'a selam vermeyecek olmayı yadırgamayacığımı ?
                         Etrafımızı saran her şey bizim bir parçamız haline geliyor, etin ve hayatın algılarına sızıyor. Her şey bizdir ve biz her şeyiz; peki ama, her şey bir hiç olduğuna göre bu neye yarar? Bu koca hiçliğin içinde biz ne arıyoruz ? Tekdüzelikten kurtulamıyoruz, Bir gün ışığı, tepemizden geçtiğini ansızın beliren gölgesinden anladığımız bulut. Neden gölgesini görmeden kendisini göremiyoruz ? Ben karamsar değilim sadece hüzünlüyüm

21 Ekim 2015 Çarşamba

Mutlu olmayı isteyememek

       
        


             Yıllarca hep mutlu olmaya çalıştım. Oysaki mutlu olmamak için onlarca sebebim var iken. " Mutlu olmak için bahane arama " ilkesinin en iyi savunucularındanım'dır. Ama bir türlü tam anlamıyla beceremedim bunu. Mutsuzluk, hüzün bir şekilde peşimi bırakmayan gölgem oldu. Artık düşünüyorum da, herkes düşününce var olamıyorum. Ben düşündükçe yok olanlardanım. Birilerinin mutsuz olması gerekiyor dengeyi yerinde tutması için. Her ne kadar gayri safi hasıladan payıma düşen mutluluğu istesem de bir türlü olmadı. 
          Hüznüm böyle istiyordu. Bunca sebep nedir dediğinizi duyar gibiyim. Onları yazabilecek kadar cesur değilim. Olamadım, olamamda. Yazmak insanı hayattan uzaklaştırıyor, koparıyor bir süreliğine. Boş sayfalar senin dünyan ve kelimeler senin kaderin oluyor. Kendi dünyanı kendin yaratıyorsun. Ama ben o sebepleri kendi dünyama yazacak kadar bile cesur olamadım.  İnsan hissettiklerini yazabiliyorsa en iyi şairdir, en iyi edebiyatçıdır, en iyi öğretmenidir kendinin. Hissettiklerimizi yazalım en azından, yazabilelim. Çocuklar kalpleri kirlenmediği için hissettiklerini söyleyebilen yada yazabilen en iyi haldeler. Biz ise, biz yetişkinler; kalplerimizin, aklımızın, geçmişimizin, gelecek kaygımızın etkisi altında hissediğimizi düşündüğümüz durumları aslında hissetmiyoruz. Hissetmek istiyoruz bazen. Karamsar değilim, sadece hüzünlüyüm. 

16 Ekim 2015 Cuma

Ölü

         Ölümümün nasıl karşılanacığını bilmek istiyorum. Ölüm; bedenimizin çürümüye terkedildiği ruhumuz için ise onlarca şey söylenen fiil. Öldüğümde, yada öldüğümüzde daha önce var olmuş olmamızın bir anlamı olacak mı ? Olmayacak. Ölümüm de yaşamam kadar sıradan iken, ölmüş olmam neden bu kadar dikkat çeksinki.  O halde ölümün hakkını verelim. Nasıl dediğinizi duyar gibiyim. Ölümü beklemeyelim, biz gidelim ona bazen. Çağıralım onu, yolda yürürken sadece bir karıncayı kurtarmak için ölelim gerekirse. Aynı yolda yürürken, cebindeki parayı hırsıza kaptıran kadın için ölelim. Yatakta değil de ayakta ölelim. Bir anlamı olsun ölmemizin.
        Ölü birini görmek; insanı titretir. Bir kaç dakika önce ölmüş ve bir kaç dakika sonra o ölünün yanında olmak bizi ürpetir.  " Çünkü ölü, büyük bir şahsiyettir, en tesirli bir canlı kahramandan da ziyade üstümüzde icazı vardır: Bizi korkutur, düşündürür, kendi benliğine çeker; hangimiz, bir ölünün huzuruna çıktığımız vakit kendi şahsiyetimizi ve endamımızı kaybederek onun manevi varlığımı etrafına çevirdiği icazkar muhasarda mahpus kalmadık? Hangimiz, onun karşısında, bir an ölmedik ve sağlımızı bir an unutmadık ? " demiştir Peyami Safa
        Ölüm o bedene geldiğinde gelmek istediğinde onu bekliyor olduğumuzu bilsin. Hazır olduğumuzu, korkmadığımızı yaşamanın arzusunda değilde, ölümün huzurunu istediğimizi bilsin. Ölü büyük bir şahsiyet. Ve öldüğümüzde, tanrısallaştırdığımız hiçbir insanın üstümüzde tesiri kalmayacaktır. Ben karamsar değilim, hüzünlüyüm.